26 Eylül 2017 Salı

2-FELSEFENİN TEMEL KAVRAMLARI

1. FELSEFE VE FİLOZOF KAVRAMLARI -I

Giriş

Bu bölümde ana hatlarıyla ilâhî/dinî bilgi, beşerî/aklî bilgi çerçevesinde bilgi türleri incelenecek ve felsefî bilginin konumu tespit edilmeye çalışılacaktır. Bunun yanında “felsefe” ve “filozof” kavramlarının kökeni ve ortaya çıkışı hakkında bilgi verilecek ve ilk İslâm filozofu olarak kabul edilen Kindî’nin metinlerinden hareketle felsefe ve filozof kavramlarının içeriği irdelenecektir. 
Varlığı anlama ve anlamlandırmaya yönelik bilgi türleri genelde biri ilâhî/dinî, öteki beşerî/aklî olmak üzere iki kategoriye ayırılabilir. Tarih sahnesine çıkışları itibariyle elbette ki dinî bilginin önceliği tartışılmaz. Ancak, mahiyeti açısından din bir teori olmayıp kaynağını ilahî vahiyden alan, insanın duygu ve düşünce dünyasını kuşatan, onun kadar köklü ve sürekli olan bir olgudur. Vahiy ürünü olan dinî söylemin muhatabı insan olduğuna göre din insandan yaşadığı bu evreni, kendi zihnî kapasitesi ölçüsünde sorgulayıp bilinçli bir şekilde kavramasını, dolayısıyla varlığı ve hayatı doğru olarak anlamlandırmasını ister. Bu bağlamda Tanrı-evren, Tanrı-insan ilişkisini; insanın evrendeki yeri, değeri, ödevi, sorumluluğu ve hayatın amacı gibi felsefenin de ortak olduğu konulara dikkat çekmek suretiyle insan aklına kılavuzluk eder. Aynı zamanda o, insanın bu varlığı derinden kavrayıp onu en iyi bir şekilde kendi yararına kullanmasını ve dünyayı bayındır hale getirmesini salık verir. Bir yerde bu onun en temel misyonudur.
Şu var ki, ilahî kaynaklı olan bu bilgi her ne kadar menşei itibarıyla iman konusu olup tartışmaya açık değilse de onu işleyip yorumlama görev ve yetkisine sahip bulunan aklın, din adına ortaya koyduğu bilgi bir dogma sayılmaz; bu yüzden de her zaman eleştiriye açık olma durumundadır. Bunun böyle olması hem dinî düşünceye büyük bir dinamizm ve geniş bir alanı kazandırmakta hem de bilim ve felsefeye önemli imkânlar hazırlamaktadır.
Kesinlik konusuna gelince, vahiy bilgisi ancak inananlar açısından kesinlik ifade eder; fakat bu durum onun için bir kusur değil, tam tersine, dinin insan iradesine gösterdiği saygının bir ifadesidir. Çünkü inanmak, bilgiden çok bir irade işidir. Eğer o da bilimsel bilgi gibi kesin sonuç verseydi o zaman inanmanın bir espirisi kalmaz, o da bilim olurdu.
Bu konuda gözardı edilmemesi gereken bir başka husus, insana aklı verenin de ona vahyi gönderenin de aynı “Kutsal İrade” olduğu gerçeğidir. Öyleyse bu iki bilgi türü arasında herhangi bir çelişki bulunduğu düşünülmemelidir. En azından İslam açısından durum böyledir. Şayet çelişki gibi gözüken bir durum söz konusuysa bu ya bilgi eksikliğinden veya akıl gücünün yetkin olmayışından ya da yanlış yöntem kullanılmasından kaynaklanmış olmalıdır. Aksi halde akılla ve insan gerçeğiyle çelişen bir bilgiyi vahiy olarak göndermenin ilâhî hikmet ve siyasetle bağdaşır bir yanı yoktur.
Beşerî/aklî bilgiye gelince bu tür bilginin bilim ve felsefe olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Her ikisinin kaynağı da akıl olduğu için bunlar aklın soyutlama, algılama, genelleme, birleştirme, inceleme, sorgulama ve düzenleme gücünden yararlanarak gerçeklik adına ortaya koyduklarının haklı, doğru, tutarlı ve geçerli olduğunu göstermeye çalışırlar. Aralarındaki farka gelince, bilim tikele yönelir yani belli bir konu ve olgular üzerinde ilerlerken felsefe tümeli hedefler; hem olguları hem de değerleri sorgular. Bir başka söyleyişle bilim bir olgunun “nasıl”ını inceler, felsefe ise “niçin” ve “neden”lerini araştırır. Dolayısıyla tümel kavramlar, anlamlar, amaç ve idealler bilimin değil felsefenin konusudur. Bilimin ileri sürdüğü önermeler doğrulanabilir türden olduğu halde felsefi önermeler bilimsel kesinlikte doğrulanamaz; doğrulanacak olursa artık o bilgi felsefenin konusu olmaktan çıkar, bilimin malı olur. Ayrıca bilimin uyguladığı araştırma yöntemleri öğretilebilir türdendir, fakat felsefede, bütün filozofların üzerinde anlaştığı bir yöntem mevcut değildir. Son tahlilde bilimsel çalışmaların amacı pratiğe yani uygulamaya yönelik kalırken, felsefe kendi problemlerini teorik düzeyde temellendirir.
Bütün bunlara rağmen bilim ve felsefenin dayandığı akıl masum ve yanılmaz değildir. Nitekim aklın en büyük eseri olan bilim, tarih boyunca hep değişegelmiştir. Felsefe alanındaki spekülasyonlar ise farklı ad ve akımlar halinde sürüp gitmektedir.
O halde felsefe aklın ürünü olduğu için bilime, spekülatif bir bilgi olduğu için dine yakın durmaktadır. Daha doğrusu o, din ile bilim arasında ayrı bir bilgi türüdür.
Grekçe olan felsefe, sevmek anlamına gelen filos (filein fiilinden) ile hikmet ve bilgelik anlamındaki sofia’dan oluşmuş birleşik bir kelime olup “hikmet sevgisi” demektir. Filozof ise seven anlamındaki filos ile hakîm ve bilge manasına gelen sofos’tan oluşmuş yine birleşik bir kelimedir ve “hikmeti seven” anlamına gelmektedir. Bu iki kelime VIII. yüzyılda Grekçeden Arapçaya yapılan tercümeler sırasında felsefe ve feylesûf olarak çevrilmiş, bizim dilimize de oradan geçmiştir.
Anlatıldığına göre Pisagor’a gelinceye kadar eski Yunanlılar kuşatıcı ve eksiksiz bilgiye sahip olanlara sofos derlermiş. Ancak, Pisagor böylesine küllî ve eksiksiz bilgiye ancak tanrıların sahip olacağını söyleyerek, insanlara sofos değil filos sofos yani hikmeti seven denileceğini ileri sürmüş ve filozof ünvanını ilk kez o kullanmıştır. Nitekim filozof deyiminin ortaya çıkışını Romalı Çiçeron (m.ö. 43), Eflâtun’un talebelerinden Pontoslu Herakleides’i kaynak göstererek şöyle anlatır: Pisagor yaptığı seyahatlerinden birinde Yunanistan’daki Mora yarımadasında bulunan Phlius şehrine gider ve oranın hükümdarı Leon ile görüşür. Yaptıkları sohbetten memnun kalan ve onun derin düşüncesine, geniş bilgisine ve üstün belâgatına hayran kalan Leon, Pisagor’a sanat ve mesleğinin ne olduğunu sorunca şu cevabı alır: “İnsan hayatı Yunanlıların görkemli bir şekilde düzenledikleri olimpiyatlara benzer. Oraya gidenlerin bir kısmı çeşitli müsabakalara katılıp ödül almak ve ün kazanmak ister. Bir kısmı alışveriş yapmak için gider. Büyük bir kısmı da eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek için orada bulunur. Fakat onların arasında zekaca seçkin ve özgürlüğe düşkün birkaç kişi daha bulunur ki, onların üne kavuşmak ve para kazanmak gibi bir kaygıları yoktur. Sadece olimpiyatlarda neler olup bittiğini anlamak ve anlamlandırmak için oraya gitmişlerdir. İşte bunun gibi biz insanlar bir başka âleme gitmek üzere şu hayat sahnesine gireriz. İçimizden bazıları şan-şeref, kimisi mal ve servet peşinde koşar. Birkaç kişi de vardır ki kendilerini varlığın hakikatini araştırmaya vakfetmişlerdir. İşte filos sofos (filozof) dediğim bu kimselerdir.”
Felsefe tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Diogenes Leartius’un da naklettiği bu olayı bir menkıbe tarzında yorumlayanlar varsa da Eflâtun’un Phaidros adlı diyaloğunun sonunda yer alan bir ifade Sokrat’ın da Pythagoras gibi düşündüğünü yani sofos’u yalnız tanrılara yaraşır bir sıfat olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Nitekim diyalogda Sokrat; Homeros, Solon, diğer şairler, hatip ve kanun koyucular için şöyle der: “Yazdıklarınızı hakikatin ne olduğunu bilerek yazdınızsa, tartışmaya girişip yazdıklarınızı savunabilirseniz, hatipliğiniz yazdıklarınızı gölgede bırakabilirse size bu yeryüzünde kullanılan sıfatlardan biri değil, fakat hakikat denilen üstün şeye bağlanmış olanlara verilen sıfatlar verecektir. Phaidros: - Onlara vereceğin sıfatlar nelerdir? Sokrat: - Bana göre sofos (bilge) demek biraz fazla olacak; çünkü bu ancak tanrılara yaraşır. Bunlara filozof demek yahut buna benzer başka bir ad vermek daha uygun olur, hem de daha çok yakışır.”
Görüldüğü gibi Sokrat, filozof deyiminin, hakikati araştırıp ortaya koyan ve onu tutarlı bir şekilde savunanlara verilmesini uygun görmekte, bilgeliğin ise çok yüce bir şey olduğunu, onun ancak tanrılara isnat edileceğini savunmaktadır. Ne var ki, Pisagor ile Sokrat’ın bu konuda gösterdikleri duyarlılık giderek unutulmuş ve uzun zamandan beri filozof sofosun yerini almıştır; yani herkes filozofu bilge anlamında kullanmaktadır.
Bu aşamada “ilk İslâm filozofu” olarak bilinen Kindî’nin (ö. ykl. 866) felsefe algısına değinmek ve onun İlk Felsefe Üzerine adlı eserinin girişinden bir kısmı doğrudan alıntılamak yerinde olacaktır:
“İnsan sanatlarının değer ve mertebe bakımından en üstünü felsefedir. Felsefenin tarii: “İnsanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmesidir.” Çünkü filozofun bilgiden amacı gerçeğin bilgisini yakalamak, davranışının amacı ise sürekli fiil değil, gerçeğe göre davranmaktır. Çünkü biz gerçeğe ulaşınca [o yöndeki] fiilimiz sona erer.
Biz sebeplilik bağıntısı olmadan gerçeğin bilgisini elde edemeyiz. Her şeyin varlığının ve sürekliliğinin sebebi gerçekliktir. Zira mâhiyeti olan her şeyin gerçekliği de (inniyyet) vardır. Şu halde mevcut mâhiyetlerin zorunlu olarak gerçekliği vardır.
Felsefenin en değerlisi ve mertebe bakımından en yücesi “ilk felsefe”dir; bununla, her gerçeğin sebebi olan “İlk Gerçek” hakkındaki bilgisiyi kastediyorum. Bunun içindir ki tam ve değerli bir filozofun, bu değerli bilgiyi kuşatan kişi olması gerekir. Çünkü sebebin bilgisi sebeplinin bilgisinden daha değerlidir. Ayrıca biz bilgilerimizin herbirinin sebebini bilirsek, ancak o zaman onları tam olarak bilmiş oluruz. Her sebep ya maddî, ya formel (sûrî), ya etkin (fâil) –ki bununla hareket ettireni kastediyorum– ya da tamamlayıcı (mütemmim) sebeptir ki, bununla da bir şeyin oluşundaki amacı kastediyorum.
Başka yerdeki felsefî görüşlerimizde belirttiğimiz gibi, varlık hakkındaki bilgi dört terimle soruşturulur: Bunlar; “mıdır” (hel), “nedir” (), “hangisidir” (eyyu) ve “niçin” (lime)dir. “Mıdır” sadece mâhiyeti soruşturur. Her mâhiyetin bir cinsi vardır, işte “nedir” o cinsi soruşturur. “Hangisidir” mâhiyetin faslını soruşturur. “Nedir” ve “hangisidir” ikisi birlikte mâhiyetin türünü soruşturur. “Niçin” ise onun tamamlayıcı (gâye) sebebini soruşturur; çünkü “niçin” sorusu mutlak sebebi araştıran bir sorudur.
Şurası açıkça bellidir ki biz bir şeyin maddî sebebine ait bilgi edindiğimiz zaman onun cinsine ait bilgiyi de edinmiş oluruz; formuna ait bilgi edindiğimiz zaman onun türüne ait bilgiyi de edinmiş sayılırız. Buna göre türün bilgisi içinde faslın bilgisi de vardır. Biz bir varlığın maddî, formel ve tamamlayıcı (gâye) sebebine ait bilgi edindiğimizde onun tarifine ait bilgiyi edinmiş oluruz, zira her tarif edilene ait gerçek, tarifin içinde mevcuttur.
Öyleyse “İlk Sebeb”in bilgisine “ilk felsefe” adının verilmesi gerçekten yerindedir. Çünkü “ilk felsefe”ye ait bilgi, felsefenin geriye kalan tüm disiplinlerini kuşatmış durumdadır. Zira İlk Sebeb’in bilgisi değer ve cins bakımından, bir şeyin kesin bilgisine ulaşmadaki tertip yönünden ve zaman bakımından ilktir. Çünkü ilk Sebep zamanın da sebebidir.”

Bölüm Özeti

Bu bölümde ilâhî bilgi ile beşerî bilgi/aklî bilgi arasındaki farkları, beşerî/aklî bilgi kapsamındaki bilim ve felsefenin ilâhî bilgiden ayrıldığı noktaları ve bilim ile felsefeyi birbirinden farklılaştıran hususları öğrenerek klasik felsefe algılarına bir örnek olmak üzere ilk İslâm filozofu olarak bilinen Kindî’nin yaklaşımı hakkında bilgi sahibi olduk.





1. 
“Bilimsel çalışmaların amacı pratiğe yani uygulamaya yönelik kalırken, felsefe kendi problemlerini teorik düzeyde temellendirir.”

Aşağıdakilerden hangisi yukarıda verilen bilgi ile çelişmektedir?
2. 
Aşağıdakilerden hangisi felsefenin cevap arayacağı bir soru değildir?
3. 
“Düşünme ancak yüzyıllardır kutsanan aklın, düşünmenin önündeki en büyük engel olduğunun anlaşıldığı yerde başlar.”

Yukarıdaki cümlede vurgulanan düşünce aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?
4. 
“Felsefenin en değerlisi ve mertebe bakımından en yücesi “ilk felsefe”dir.”

Kindî’ye göre “ilk felsefe”ye dair bilgi aşağıdakilerden hangisidir?
5. 
“Varlık hakkındaki bilgi dört terimle soruşturulur.”

Aşağıdakilerden hangisi varlığı soruşturmada kullanılan dört kavramdan birisi değildir?
6. 
İlahî bilginin özelliklerini tartışınız.
    7. 
    Bilimsel bilgi ile felsefî bilgi arasında nasıl bir ilişki vardır?
      8. 
      Felsefî bilginin spekülatif olması ne anlama gelmektedir?
        9. 
        Kindî’ye göre felsefenin anlamı nedir?
          10. 
          Kindî “ilk felsefe” ile neyi kastetmektedir?
            1 / 10




            Hiç yorum yok:

            Yorum Gönder

            Bahar Dönemi

            Üniteler 1. Platon Ve İdealar Öğretisi 2. Platon’da Ahlak Giriş 2.1. İdea Nedir, Ne İşe Yarar? 2.2. Ruh (psykhe) Nedir? 2.3. En...